İşin bir görünen, bir de görünmeyen yüzü var.
Görünen yüzüne az-çok sosyal medya hesaplarımdan şahitsiniz.
Biraz görünmeyen yüzünü anlatmak istiyorum.
Öncelikle hayatı yaşamak gibi, acıyı yaşamak da tamamen size özgü bir şey.
Benim gibi, onun gibi, Ali gibi, Veli gibi değil.
Kendiniz gibi yaşayın!
Sadece acıyı değil üstelik. Her duygunuzu kendi içinizde sindirip, kendinize göre, kendiniz gibi yaşayın.
Öncelikle çok zor!
Kelimelerle anlatılamayacak bir zorluk bu.
Ben Efsun bile diyemiyorum. Kimse ile bu konu hakkında konuş(a)muyorum.
Onun üzerine konuşmak, fotoğraflarına bakmak (ki bakamıyorum), videolarını seyretmek (ki izleyemiyorum) bana iyi gelmiyor. Tam tersi bunları yapmak size iyi geliyorsa yapın.
Evdeki eşyalarını Yoshi ben gelmeden kaldırdı. Ama fotoğrafları hala duruyor.
Onların varlığına alıştığım için sorun yok. Ama aniden çıkan bir fotoğrafı ya da eşyası beni
mahvediyor.
Geçmeyecek biliyorum, bununla yaşamaya çalışıyorum sadece.
İçimden mutluluk duygusu, gelecek isteği alınmış gibi.
Bıraksan aylarca çıkmam yataktan ama her güne bir küçük hedef, bir küçük dilek koymaya çalışıyorum.
Ha her zaman bunu gerçekleştirecek güç bulamıyorum. Çoğu zaman gün içerisinde odaya kapatıyorum kendimi.
Annem ve teyzem asla sorgulamıyorlar ve beni kendi halime bırakıyorlar.
Böyle bir şey yaşarken, en büyük destek ve köstek yakınlarınız oluyor.
Çok şükür benim eşim, ailem ve akrabalarım benim en büyük desteğim.
Onlara sahip olduğum için şanslıyım.
Çünkü acımı yaşama tarzıma saygı duyuyorlar.
Onu yap, böyle yap, bunu de, bunu söyleme demiyorlar.
Ama böyle insanlar var! Bana sosyal medya aracılığı ile ulaşıp.
Ne yapmam gerektiğini futürsuzca yazıp gidiyorlar.
Benim ne yaşadığımı bilmeden, bu konuda bir eğitimleri olmadan (hoş eğitimi olan bir insanın da uzman görüşünü orta yere çaat diye yazması da saçma ya) 'kendi doğrularını' bana kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Her gün, her an ağlıyorum.
Bahaneye gerek yok. Gördüğüm, duyduğum, okuduğum, aklıma gelen her şey beni güçsüzleştiriyor.
Okul vesilesi ile her gün yeni birileri ile tanışıyorum. Bu da hep aynı sahnenin yaşanmasına sebep oluyor.
Adın, ülken, evli misin, çocuk var mı?
Çocuğun var mı sorusuna nasıl cevap vermem gerektiğini bilemiyorum!
Daha da fenası uzun zamandır görüşmediğin birinden gelen telefon ya da mail!
Geçen hafta buradaki Türklerle yemeğe çıktık.
Keyifli birkaç saatin sonunda eve 'rahatlamış' döndüm.
Telefonumu alıp maillerime baktım. Çeviri işlerini yaptığım Japondan mail gelmiş.
Nasılsın? Bebek büyümüştür değil mi?
diye yazmış.
O anı, o acıyı kelimelerle nasıl anlatırım bilemiyorum.
Tabii ki saatlerce toparlanamadım.
Ertesi gün eski bir arkadaşım aradı. Japonya'da deprem olmuş iyi misiniz?
Bebek ne yapıyor dedi.
Sonrasını hatırlamıyorum.
Efsun'dan sonra telefonla konuşamaz oldum mesela!
Telefonda nasılsın dedikleri zaman, çok canım acıyor.
Mesajlara cevap veremiyorum.
Konu ona gelecekmiş gibime geliyor.
Bir ortamda uzun süre duramıyorum.
Daha sıkılgan, daha amaçsız, daha kırılgan oldum.
Bir de hayatımı daha çok sorgular oldum.
Daha çok sorgulamak daha anlamsız kılıyor her şeyi.
Şu an yeryüzündeki her şey, kendim de dahil
o kadar anlamsız ki!
Hayat ile ölüm arasında olan o ince çizgi, şimdi her zamankinden daha ince!
Efsun'dan önce kendi ölümümü düşündüğüm zaman,
okumadığım kitaplar
gitmediğim ülkeler
izlemediğim filmler
gerçekleştiremediğim hayaller
aklıma gelip hüzünleniyordum.
Şimdi hiçbir şeyde gözüm yok!
Çabuk gelse diye bekliyorum.
Geçecek belki, bilmiyorum.
Dediğiniz gibi yeni bir bebek de olabilir ilacı ama ben iyileşmek istemiyorum.
Bu dünya fazla kötü geliyor artık bana.